Oğuz Adı
Oğuz adı “ok” kelimesinden getirilmektedir. Ok, Türkçe’de aynı zamanda “kabile” manasındadır. Nitekim kelime, daha o çağlarda, Çince’ye “kabile” diye tercüme edilmiştir (mesela On-ok= On kabile). Buna göre “ok” sözüne eski Türkçe’de çoğul eki olan z ilavesi ile türetilen “Oğuz” adı aslında “ethnique” bir isim olmayıp, doğrudan doğruya “Türk kabileleri” manasını ifade eden bir kelimeden ibarettir.
“Oğuz” adı ilk defa Barlık çayı (Ulu-kem = Yenisey’e dökülür) kıyısındaki 1. kitabede görülmektedir (“Altı Oğuz bodunu”). Burada altı kabilenin birleşerek bir “bodun” teşkil etmiş olmaları bahis mevzuudur. Kitabe, Bey’lerine ait olduğuna göre de, bu Oğuzlar’ın daha eskiden bu havalide birlik halinde mevcut oldukları kabul etmek lazım gelir. Fakat Oğuz tarzında adlandırmanın çok daha gerilere götürülmesi mümkün görülmektedir.
Çin kaynaklarında, M.Ö. 2. asra ait, O-kut adında bir kavim (O zaman Türk adı yoktu) zikr edilmiştir. Bu ad Türkçe “Ogur” isminin Çince’deki şeklidir ki, Türkçe’de z sesini r telaffuz eden Türk topluluklarının söyleyiş farkından ileri gelmiştir. Yani Oğuz adının R Türkçesi’ndeki ifade tarzıdır. Çin kaynaklarında O-kutlar’ın yeri olarak gösterilen Tarbagatay-Kobdo bölgesi, bilindiği gibi Türk sahasıdır.
Oğuzlar ve Gök Türklerin Irkdaşlığı
6. asırdan itibaren Gök-Türk hakanlığında toplanmış olan Türk kabilelerinden bir kısmı, 630’da başlayan fetret devresinde, diğer bir çok Türk boyları gibi, kendi aralarında birlik kurarak, Tolga-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz “kaganlığını” meydana getirmişlerdi. 682 yılında İlteriş tarafından mağlup edilen Oğuzlar (inek Gölü Savaşı) bu durumda idi ve muharebede ölen Oğuz devleti başkanı Baz Kagan’ın balbalı, sonra İlteriş Kagan’ın mezarına dikilmişti.
Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzlar’ın davranışlarını isyanlarını yukarıda görmüştük. Bu münasebetle kitabelerdeki ifadeler Oğuzlar’la Gök-Türkler arasında bir ayırım yapılmadığını, hatta hakanlığın temelinin Oğuzlar’ın teşkil ettiklerini belirtmeğe yeter. Bu sebeple Oğuzlar’la Gök-Türkler’in aynı olduğu zaten kabul edilmişti. Ancak, V. Thomsen, Tonyukuk kitabesinde tahsis ettiği son makalesinde Oğuzlar’ı “Türkler’in yüksek hakimiyetinde bir kabile birliği” olarak göstermekte ve bu tarihi gerçek sonra “etnik” ayrılık gibi alınarak, mesele yeni araştırmalarla derinleşmiş bulunmaktadır. Böylece Oğuzlar’ı Türk kabul etmek veya “başka bir ethnique teşekkül saymak gibi çok mühim bir ihtilaf noktası ortaya çıkmıştır.
Burada, önce üzerinde durulması gereke husus, Oğuzlar’a mukabil, Türk adını taşıyan bu ethniqu topluluğun var olup olmadığıdır. Buna hemen ve kesinlikle menfi cevap vermek mümkündür. Çünkü “Türk” adının, güç-kuvvet manası ile “etnik kimlik” ifade etmek üzere kullanılmış bir siyasi ad olduğu zikredilmişti. O halde onlar da “Türk” soyundan gelen Oğuzlar’la aynı etnik zümreye dahil, yani hem Oğuzlar, hem “Gök-Türkler” aynı ırkın mensuplarıdırlar. Şimdi ikinci mesele geliyor: Gök-Türk Devletini kuranlar hangi “Türk” zümresi idi.
Bilindiği üzere bu devlet, adı “Aşına” olan eski bir Türk hükümdar ailesi tarafından, etrafındaki “Türk soylu” kütlelerin yardımı ile kurulmuştu. Bu kütleler ise ancak kabileler birliği haline gelmiş Türkler (yani Oğuz) olabilirdi. W. Barthold’un “Gök-Türk hakanlarının Dokuz-Oğuzlar’dan neşet ettiği” görüşü, kadim Aşına ailesinin bu Oğuz bölüğü mensupları ile ilgisini ispat etmeği gerektirir ise de 6-7. asır Türk (Gök-Türk) kütlesinin doğrudan doğruya Oğuzların bu grubundan meydana geldiği Çin kaynaklarınca açıklanmaktadır.
T’ang devri vesikalarında (T’ang-su ve Kiu T’ang-shu yıllıkları ve ayrıca 4 hal tercümesi). Dokuz kabile (Kitabelerdeki “Dokuz-Oğuzlar, bazen Türkler’in (Gök-Türkler’in) dokuz kabilesi” veya “Dokuz kabilenin Türkleri (Gök-Türkleri)”, bazen de “Töles’lerin dokuz kabilesi” diye kaydedilmiştir. Demek ki Tölesler’in Dokuz-Oğuzları ile, Gök-Türkler’in Dokuz-Oğuzları aynıdır. Yani, Oğuz kabileleri, Gök-Türkleri meydana getiren topluluktan başkası değildi.
Çin kaynaklarında, Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzların kendi başlarına (mesela doğrudan doğruya “Oğuz” olarak) zikredilmeyip, sadece Dokuz kabile (Kui-sin) diye, Oğuz kelimesinin tercümesinin verilmesi bizzat T’u-küe (=Türk)’den ibaret topluluğun ayrı bir isim altında belirtilmesine ihtiyaç bulunmadığı gösterdiği gibi, kitabelerde I. Gök-Türk Hakanlığı çağında “Oğuz” adının geçmemesi de aynı sebepten ileri gelir.
Ancak fetret devrinde Aşına-oğullarının Çin sarayı emrinde birer kukla durumuna düşmeleri üzerine, bazı kabileler kendi aralarında teşkilatlanarak bir “devlet” kurmuşlardır ki, II. Gök-Türk hakanlığı zamanında hükümdar ailesine karşı ayaklanan ve hükümetin diğer imkanları ile bastırılmasına çalışan, bu “teşkilatlanmış” Oğuz birliğidir. Bundan sonra kitabelerdeki “Türk bodun” tabiri şüphesiz doğrudan doğruya hakan idaresindeki kütleleri ifade ediyordu. Kitabelerde hakanın “Oğuz bodunu Türk bodunundan idi” demesi ile bu Oğuzlar’ın isyan halinde olmaları arasında bir çelişme görmek güçtür, zira mesele “halkın” vaktiyle destekleyip yücelttiği haneden ile mücadelesinden ibarettir (Türk tarihinde bunun başka misalleri de vardır. Karluklar’ın Kara-Hanlı’lara, Türkmenlerin Selçuklu sultanlarına karşı direnmeleri ve bizzat bir Oğuz olan Sultan Sencer’in asi Oğuzlar’la çarpışması...)
GÖK TÜRKLERDEN SONRAKİ DÖNEM
Bilhassa İslam kaynaklarında Uygurların Dokuz-oğuz olarak bahsedilmesinden doğan karışıklık, Uygur urugları ile Dokuz-oğuz kabilelerinin tespitinden sonra (bk. yk. Uygurlar) giderilmiş olmalıdır.
Uygur hakanlığının başlangıcında henüz “tegin” olan Mo-yen-çur Oğuzların başında bulunuyordu. Fakat Oğuzlar az sonra Uygur hakanına da isyan ettiler. Bu defa “Sekiz-oğuz” halinde idiler Mo-yen-çur Kagan, Otuz-Tatarlar’la ittifak etmiş olan Oğuzları Burgu’da ve Selenga kıyısında arka arkaya mağlup etti. Oğuzlar Selenga’yı geçerek çekildiler.
Bundan sonra, anayurt bölgesindeki Oğuz topluluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Herhalde batı yönünde geniş ölçüde bir göç hareketi bahis konusudur. İbnü’l-Esir, Halife El-Mehdi zamanında (775-785) Oğuzlar’ın Maveraünnehir havalisine geldiklerini bildirmekte ve Al-Taberî’de zikredilen 820-821 yılında Uşrusana (Seyhun-Semerkand arası)’ya yapılmış bir “Dokuz-oğuz” akınının bunlarla ilgili olduğu tahmin edilmektedir.
Buna dayanılarak “Oğuz birliği” mensuplarının, hem de çok kalabalık kütleler halinde, Orhun bölgesinden önce Talas havalisine göç etmiş olmaları gerektiği ve Seyhun Oğuzları’nın 11. asırda konuştukları Türkçe’nin kelime ve söyleyiş itibarıyla doğu Türkleri’ninkinden farklı olduğu dikkate alınarak, bu göçün 9. asırdan önce vuku bulmuş olması lazım geldiği ileri sürülmektedir.
Oğuz Toprakları
10. asrın ilk yarısında Oğuzlar Seyhun bozkırları ile, o civardaki Karacuk (Farab) ve Sayram (isticab) şehirleri havalisinde görünmekte idiler. İslam coğrafyacılarına (Al-Balhi, İstahri, İbn Havkal) ve Hududü’l-Alem’e göre Oğuzlar’ın sahası batıda Hazar denizine (bu denizin doğusundaki yarım ada bu sebeple Türkçe Mankışlak adını almıştır), güneyde Gürgenç şehri ile, bunun kuzey-batısındaki Cit kasabasına ve Baratekin’in kasabasına (Aral gölünün güneyinde), Maveraünnehir’de Buhara’nın kuzeyine, Karacuk dağlarının eteğindeki Sabran şehrine kadar yayılmıştı ve Karacuk dağlarından Hazar’a uzanan yarı çöle “Oğuz bozkırı” (Mafazü’l-Guziya) denilmekte idi.
Oğuz Yabgu Devleti
Oğuzlar 10. asrın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı. Başta Yabgu bulunuyor. Kül Erkin ünvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor, orduyu Su-başı idare ediyordu. Yabgu Devleti’nin komşuları Peçenekler ve Hazarlar’la münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardı. İbn-iFadlan (10. asrın ilk çeyreği) ve El-Mes‘udi’ye göre, aralarında savaş eksik değildi. Harezm’in yerli hanedanı Afrigiler Oğuz baskısı altında idiler. Oğuzlar’ın doğudaki komşuları Karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde, Oğuz Yabgusu’nun ölmesinden anlaşılıyor.
Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlar’la Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. Kuzeyde Kimekler ile ise bazen dostça, bazen hasmane münasebetler devam edip gidiyordu. Bu Oğuzlar, umumî “Türk” adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı ki, Müslüman ülkelerine geldikten sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardır.
Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihi hakkında başkaca açık bilgiye rastlanılmıyor. Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçuklular’ın ilk zamanlarında bunları “can düşmanı” olarak Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Çend “hakimi” Şah-melik’i de Ali Han’ın oğlu olarak gösteren Reşidü’d-din’in (14. asrın ilk çeyreği) bu malumatı “destanî” mahiyette görülmektedir.